KAPİTALİZMİN ETKİSİNDEKİ MODERN TIBBIN SORUNLARI

Kapitalizmin Etkisindeki Modern Tıbbın Sorunları

Kapitalist Tıp Sistemi

Devleşen gıda ve ilaç firmalarının bilimsel dergileri ve tıp klavuzlarını yönlendirmeye başlaması aslında farkında olmadığımız çok büyük bir tehlike. Firmaların biz hekimlere dayattığı patent tıbbının ve randomiz kontrollü çalışma aldatmacasının en soğuk yüzünü kolesterol ilaçlarında ve kadın hormonları ile ilgili ilaçlarda çok bariz olarak görüyoruz. Kolesterol konusu çok konuşulduğu için bu yazıda girmeyeceğim.

Firmalar tüm uluslararası bilimsel toplantıları ve dergileri kontrolleri altında tutuyorlar. FDA gibi kurumlara kendi çalışanlarını transfer ederek ya da  o kurumlarda istedikleri onayları sağlayan kişileri transfer ederek adeta kurumları oyuncağa çevirebiliyorlar. Bir gıda şirketi üst düzey yöntecisini FDA in ilgili bölümün başına geçiriyor ve "GDO lu ürün orjinal ürün ile aynıdır" diye kabul metni açıklatıp tekrar şirketteki görevine geri döndürüyor. Hatta bu şirket ve devlet kurumları arasındaki eleman giriş çıkışlarına bir isim de verilmiş Amerika da, bu olaylara Döner Kapı Sistemi deniyor.

Çoğunluğu aynı zamanda ilaç şirketlerine danışmanlık yapan akademisyenlerden oluşan bir grup karar alıyor ve tüm kılavuzlarda kolesterol ilacı başlanması gereken kan düzeyi birden azaltılıyor. Bu sayede kılavuzlara uygun hareket etmeye zorlanan hekimler aracılığıyla milyonlarca insan ilaca başlatılmış oluyor. Firmalar zenginleştikçe zenginleşiyor. İlacın yan etkileri mi kimin umurunda? Prospektusta yazıyor zaten.

Hekimler mi ne yapıyor? Onlar sistem içerisinde günlük iş yükünü yetiştirmeye çalışmaktan kafasını kaldıramıyor. Olayları anlamaya sorgulamaya ne zamanları ne de enerjileri var. Özellikle işini doğru düzgün yapan hekimlerin hiç boş vakti yok bu konulara! Bu konular da genellikle her hangi bir konuda uzmanlık eğitimi almamış tabiri caizse kısa yoldan medyatikleşmiş bazı hekimlerin ağzından dile getirilince de özellikle rutin iş yükünün altında ezildiği halde o medyatik doktorların kazancının çok çok azı ile yetinmek zorunda kalan hekimler bu konulara daha da mesafeli hale geliyorlar. Kendilerine çalınan RKÇ (Randomize Kontrollü Çalışma) şarkısını dinlemeye devam ediyorlar. Bir akademisyen olarak RKÇ nin önemini inkar etmem elbette kendimi inkar etmem olur. Kastettiğim şey başka . Şöyle açıklayayım, ciddi bir RKÇ yapmak için 1 milyar dolara yakın para harcanması gerekebiliyor. Firmalar bu parayı harcadığında elbette daha fazlasını kazanmak isteyeceklerdir. Bu nedenle patenti alınamaycak olan biyoeşdeğer hormonlar yada bitkisel ürünler hiç bir zaman çok geniş serili RKÇ ler tarafından desteklenemiyor. 

Sentetik östrojenlerin ve sentetik progesteronlerın onca zararına karşın hala dayatılmasının altında yatan neden bu! Halbuki doağl olan bioeşdeğer olan östradiol ya da progesteron  yapılan sınırlı bağımsız çalışma da yan etkisiz harika sonuçlar verirken firmalara bu konular ile hiç ilgilenmiyor. Örneğin, kadınların yoğun adet görmeleri, fibrokistik meme, miyomların artışı ve meme kanseri artışı gibi östrojen fazlalığı ile ilişkilenen hastalıklarda ne yazık ki bioeşdeğer progesteronun kullanıldığı bir RKÇ yok. Var olan çalışmaların çoğu da oral formda yani hiç bir şekilde fiyolojik olmayan bir hormon replasmanı şeklinde yapılmış. Hanımların gerekli hallerde, HRT dediğimiz hormon replasman tedavisinden bioeşdeğer hormonlar ile  topikal krem ya da Jel olarak uygulandığındaa ciddi fayda göreceğini fizyoloji biliminden biliyoruz. Vicdan sahibi uzmanlar küçük bütçeli çalışmalarında dile getiriyor. Kadın hormonlarının oral yoldan verilerek %90 oranondan karaciğer de metabolize edilmeye çalışılmasının karaciğeri ciddi sıkıntıya düşürdüğü biliniyor. Peki doğal olanı, fizyolojik olanı taklit edip doğal haliyle aynı olan biyoeşdeğer progesteronun topikal kullanımı ile özel hasta grupları için geniş RKÇ ler yapılıyor mu? HAYIR.

Firma da haklı patent alamayacaksa Allah'ın Progesteronuna östrojenine niye yapsın çalışmayı. Gider hamile atların idrarından Konjuge Equine Estorjen elde eder onunla çalışma yapar onun patentini alır. İnsan östrojeninde %45  esrodiol varken at ın östrojenlerinde hiç yokmuşç Molekül yapısı farklıymış kimin umurunda?  Bioeşdeğer progesteron yerine MPA (Medroxyprogesteron asetat) kullanınca ne oluyor? Bioeşdeğer hormon yerine böyle acayip moleküller kullanınca bir sürü yan etki çıkyor, RKÇ lar yarıda kesilmek zorunda kalınıyor. Ancak yine de bu acayip moleküller pazarlanmaya ve reçete edilmeye devam ediliyor. NEDEN? Doktorlarımız kafasını kaldıramayacak kadar, tekrardan fizyoloji biyokimya okuyamayacak kadar meşgul. Temel bilimlerde son yıllardaki keşifleri pratiğine uyarlayamayacak kadar bitkin ve tükenmiş. Sistem zaten doktorları uyurgezer onaylayıcı memur yapmak üzerine tasarlanmış. Bir doktor için 48  saat hastaneden hiç ayrılmadan hizmet vermesini olağan kabul eden bir sistem var ne yazık ki ülkemizde. 

Çözüm nedir? derseniz. Çözüm şu: Devletin üniveristelerinde birisinin bünyesinde bu Sağlık Bilimleri Üniversitesi olabilir yada İstanbul Üniversitesi olabilir. Koruyucu Hekimlik ve Fonksiyonel Tıp Enstitüsü kurulmalıdır. Bu enstitüde bu konulara kafa yorulacak RKÇ ler planlanacak ve gerekli RKÇ leri devlet finanse edecek. Nasıl mı finanse edecek? çok basit . Tedavilere ve hastalıklara harcanan sağlık bakanlığı yıllık harcamasının %3 ünün bu enstitüye vermesi halinde tüm bu çalışmaları başta kendi halkımız olmak üzere tüm insanlığa sunabiliriz. Yıllık olarak ayrılacak bu % 3 lük payın yaklaşık 3 milyar TL ye denk geldiğini söylersem her yıl hastalıklara ve ilaçlara ne kadar para harcandığını da anlamış olursunuz.. Bu enstitüde dünyanın en gelişmiş labaratuvarı bulunacak ve her türlü analizi ve testi yapabilecek. Tüm akademsiyenler bilimsel çalışmalar için bu labaratuvarları kullanabilecek. Tıp fakültelerindeki akademisyenlerin bilimsel çalışmalar yapmasını özendirmek için haftanın belli günlerinde akademik çalışmlarını yapmalarına olanak sağlayacak düzenlmeler yapılmalı. Akademisyenler ve firmalar arasında etik olarak ilişkiler düzenlenecek. Çok sıkı olarak bu ilişkiler değerlendirilecek.

Aksi takdirde firmaların sponsorluğundaki RKÇ ler ile bize dayatılan ilaçları milyarlarca kutu yazmaya devam edeceğiz. Kendimizi kandırmayalım yılda 700 milyondan fazla hekime başvuru olan bir ülkede, 4 milyon ameliyat yapılan, 12 milyondan fazla tomografi 11 milyondan fazla MR çekilen bir ülkede, halkında diyabet, metabolik hastalıklar ve kanser bu kadar hızla artarken, o ülkenin sosyal güvenlik kurumu bunu karşılayamaz. Hiç bir devletin bunun altından kalkamayacağı çok açık. Olay sadece ekonomik de değil, bir kalp hastası ya da bir kanser hastası kendisi ile beraber kaç kişinin hayatını da felce uğratıyor? Bunun hesabı da yapılmalı. 

Koruyucu hekimlik ve fonksiyonel tıp konularında milli bir politika izlemediğimiz sürece enstitüler kurarak ve destekleyerek bu konularda çalışmadığımız sürece kapitalist tıp sistemine daha çok paralar öderiz. Sonuçta kapitalist sağlık sitemine en çok para ödeyen sistem Amerika da ve amerika vatandaşlarının sağlık durumu da ortada. Üstelik onların sisteminde, biz de olduğu gibi herkes güvence altında da değil. Bizim sağlık sitemimiz çok şükür herkesi kapsıyor ve her hastalığı kapsıyor. İyi güzel de nereye kadar ödeyebileceğiz? Bu sürdürebilir bir politika değil. Mutlaka koruyucu hekimlik ve fonksiyonel tıp enstitüsü kurulmalı ve millet olarak önceliklerimize göre gerekli bilimsel çalışmaları yapmalıyız. Ülke olarak firmaların her önümüze koyduğu RKÇ yi gerçek bilim kabul edip firmaların güdümüne girmiş akademisyenlerin hazırladığı bütün kılavuzları peşinen kabul etmemeliyiz. Patenti alınamaycağı için yapılmayan RKÇ leri de planlamalı ve devlet destekli olarak yapmalıyız. Bu konularda emek verecek çalışacak akademsiyenlerimiz var. Yeterki onlara iltifat edilsin, emeklerinin karşılığı verilsin. Bilime harcanan para her zaman geri döner. 

 

SOSYAL MEDYA